Amerika
Kafka’nın arkadaşı Max Brod tarafından yayıma hazırlanan ve ölümünden üç yıl sonra, 1927’de yayımlanan ilk romanı Amerika, sonraki yapıtlarına nazaran daha akıcı anlatısıyla, daha fazla umut ve mizahi unsur barındırmasıyla dikkat çeker. Yeniyetme bir göçmenin, henüz on altı yaşındaki Karl Rossmann’ın şaşkın bakışından yansıyan Amerika, rastlantıların da önemli rol oynadığı ultramodern bir medeniyet olarak dehşetengiz bir büyülenmeyle gözlerimizin önüne serilir. Gökdelenleriyle, makineleriyle, büyük servet ve aşırı yoksulluk arasındaki tezatla, dev binaların karşısında cüceleşen insanın ister istemez müthiş bir verimlilik talebine maruz kaldığı bir Amerika’dır bu aynı zamanda.
Yazarın hayatı boyunca hiç gitmediği, bütünüyle hayal ürünü olan bu Amerika, kültürel mitlerle tanımlanan bir düş ülkesidir. New York limanına girerken Karl’ı karşılayan Özgürlük Heykeli’nin elinde meşale yerine kılıç tutması, bu ülkede disiplin ve şiddetin hüküm sürdüğüne dair bir uyarıdır. Karl’ın zamanında beş parasız bu ülkeye göç eden, ancak milyoner bir senatör olarak karşısına çıkan dayısı da, sıfırdan başlayıp servete kavuşma mitinin cisimleşmiş halidir adeta.
Franz Kafka (1883-1924): Çek asıllı Avusturyalı yazar, Prag’da dünyaya geldi. Çağımızın en büyük yazarlarından biridir. Yapıtlarını edebiyat tarihinin belirli bir akımına dahil etmek zordur. Taşralı Çek bir babayla, burjuva bir Alman Yahudisi annenin çocuğuydu. Prag Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. Die Verwandlung (Dönüşüm), Das Schloss (Şato) ve Der Prozess (Dava) önemli yapıtları arasındadır. Öykü ve romanlarında çağımız insanının
korkularını, yalnızlığını, kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini ele aldı. 1924’te vereme yenik düşerek yaşama veda etti.
Amok Koşucusu doktor olarak yardıma ihtiyaç duyan bir insana el uzatmanın vicdani yükümlülüğüyle kendi karmaşık duyguları arasında sıkışıp kalan bir adamın hikâyesidir. Hollanda Doğu Hint Adaları’nda görev yapan bir doktor, dara düşüp kendisine başvuran çok zengin bir kadının “yardım” talebini geri çevirir. Zira kadının mağrur ve hesapçı tavrı karşısında büyük bir öfkeye kapılmış, gururuna yenik düşmüştür. Ancak söz konusu olan insan hayatıdır. Kısa süre içinde pişmanlığın pençesine düşer. Kadına yardım etmeyi saplantı haline getiren doktor, Malezya halkında rastlanan bir nevi öldürücü delilik olan hummanın, amokun etkisi altına girer.
Stefan Zweig (1881-1942): Roman, şiir, öykü, deneme ve oyun gibi farklı türlerde yetkin ürünler veren yazar, Viyana’da doğdu. Yaşamı boyunca Avrupa’nın hızlı değişimine tanıklık etti. 1913’te Salzburg’a yerleşti. 1934’te Nazilerin baskısı yüzünden bu kentten ayrıldı. Önce İngiltere’ye, 1940’ta da Brezilya’ya göç etti. 1942’de karısıyla birlikte intihar etti. Önemli denemeleri arasında Balzac, Dickens ve Dostoyevski’yi konu aldığı Drei Meister (1920; Üç Büyük Usta); Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’yi incelediği Der Kampf mit dem Dämon (1925; Kendileriyle Savaşanlar) ile Casanova, Stendhal ve Tolstoy’la ilgili Drei Dichter ihres Lebens (1928; Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar) sayılabilir. Yazara ün kazandıran bir başka yapıtı Sternstunden der Menschheit’tır (1928; Yıldızın Parladığı Anlar). Zweig ayrıca Joseph Fouché, Marie Antoinette ve Mary Stuart’ın nesnelikten çok sezgiye dayanan biyografilerini yazmıştır. Çok sayıda yapıtı arasında Verwirrung der Gefühle (1925; Karmaşık Duygular) adlı bir öykü kitabıyla Ungeduld des Herzens (1938; Sabırsız Yürek) adlı bir psikolojik romanı da mevcuttur.
Ksenophon (MÖ yaklaşık 432 – MÖ 355): Atinalı yazar, tarihçi, komutan. Peloponnesos Savaşı’nda kentinin yenilgisini demokrasiden kaynaklanan disiplin eksikliğine bağlayarak demokratik yönetime karşı tavır aldı. MÖ 394’teki Koroneia Savaşı’nda Sparta saflarında Atinalılara karşı savaştı. Bunun üzerine ihanetle suçlanarak sürgün edildi ve bütün mal varlığına el kondu. Sokrates’in öğrencisi olan Ksenophon ilk eserini haksız ölümü üzerine hocasını savunmak için yazmıştır. Devlet adamlığı konusundaki Kyros’un Eğitimi ve Tiranlık Hakkında, Spartalılara ilişkin Hellenika ve Lakedaimonların Devleti, ev idaresine dair İktisat Üzerine yazarın başlıca kitapları arasında yer alır. En tanınmış eseri Anabasis – On Binler’in Dönüşü, Pers prensi Kyros’un iktidarı ele geçirmek için ağabeyi II. Artakserkes’e karşı açtığı sefere katılan Yunanlı askerlerin savaş ve yurda dönüş macerasını anlatır. Ksenophon’un anı ve deneyimlerini aktardığı Anabasis, çoğu Anadolu’da geçen büyük bir askerî seferin güncesidir.
Ari Çokona (1957): İstanbul’un Fener semtinde doğdu. İTÜ’den Kimya Yüksek Mühendisi olarak mezun olduktan sonra bir süre boya sanayiinde çalıştı. Halen özel bir lisede kimya öğretmenidir. Antik ve çağdaş Yunancadan Türkçeye edebiyat, tarih ve felsefe çevirileri yapmaktadır. Ayrıca İstanbul ve Anadolu Rumlarının tarih ve edebiyatına ilişkin çalışmalar yürütmekte, kitaplar yazmaktadır. Türkiye ve Yunanistan’ın çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanmış makale, şiir ve öyküleri vardır
Ksenophon’un Hayatı
Ksenophon Peloponnesos Savaşı’nın ilk yıllarında Atina’nın dış mahallelerinden Erkhia’da doğdu. Hymettos ve Pendeli dağlarıyla çevrelenen Erkhia, Atina’nın merkezinden yürüyerek üç, at sırtında bir saatlik mesafede bulunuyordu…
Orta Düzey Satranç Kaynak Kitabı
İÇİNDEKİLER
ÜNİTE -1
TAŞLARIN DEĞERİ
Taşların değeri
Taşın hareket yeteneği
Taşın konumu
Taşların uyumu
Birlikte hareket edebilme
Aynı kareye saldırma
Her bir taşın ayrı ayrı değerlendirilmesi
Piyon
At
Fil
Kale
Vezir
Şah
ÜNİTE -2
SAVUNMA AÇILIŞLARI
Fransız savunması
İlerleme devam yolu
Hamle bulmaca
ÜNİTE -3
SATRANÇ TAKTİĞİ
Satranç taktiğine giriş
Çatal hamlesi
Şiş hamlesi
Ara hamle
Bekleme hamlesi
Hazırlık hamlesi
Taktik konum
Açmaz konumu
Örtü konumu
Çifte tehdit
Açarak şah
Çifte şah
Şah kanadı zayıflıkları
Korunmasız şahlar
ÜNİTE -4
KONUMSAL OYUN
Konumsal oyun
Merkez kareler
Açık hatlar
Açık diyagoneller
Zayıf kareler
Piyon yapısı
Piyon zinciri
Geçer piyon
Bingeç piyon – (Duble piyon)
Geri kalmış piyon
Hava deliği
Satranç klasikleri
ÜNİTE -5
OYUN SONU
Şaha karşı şah ve piyon
Kenar piyon
Birleşik iki piyona karşı şah
Birleşik olmayan iki piyona karşı şah
Fil ve piyona karşı şah
At ve piyona karşı şah
Hamle bulmaca
ÜNİTE -6
ATAK
Atak
Şah kanadı atağı
Vezir kanadı atağı
Satranç klasikleri
ÜNİTE -7
VEZİR GAMBİTİ
Gambit
Vezir gambiti
Kabul edilen vezir gambiti
Kabul edilmeyen vezir gambiti
Hamle bulmaca
ÜNİTE -8
Bloke etme
Saptırma
Savunmanın yıkılması
Kate temizleme
Tuzak
Değirmen
Engelleme
X ışını atağı
Aşırı yüklenme ( fazla görev alma)
Hata açma
Kombinezon
Mat kombinezonları
Taş kazanma kombinezonları
Beraberlik kombinezonları
Pat kombinezonları
Sürekli şah
Hamle bulmaca
ÜNİTE -9
ALET OYUN SONU
İki fil matı
At-fil matı
İki ata karşı şah
Vezire karşı kale
Vezire karşı fil
Vezire karşı at
Vezire karşı iki hafif alet
Vezire karşı iki fil
Vezire karşı iki at
Vezire karşı fil
Kaleye karşı at
Hamle bulmaca puan cetveli
Satranç sözlüğü
Sophokles (MÖ 495-406): Yunan tragedyasının en önemli yazarları arasında adı ilkönce hatırlanan Sophokles, konuları işleyişi ve oyundaki karakterleri canlandırılmakta ustalığıyla ayrı bir yere sahiptir. Tiyatro tekniğini geliştirmiş, diyaloglara, dekor ve kostüme önem vermiştir. Tragedyalarında dönemin yazarlarında rastlanmayan derli toplu bir içyapı görülür. Eserlerinde yazgı sorununu her zaman ön planda tutar. Katıldığı yarışmalarda yirmiden fazla ödül almıştır. Yüz yirmi üç tragedya yazan Sophokles’in eserlerinden sadece Aias, Antigone, Kral Oidipus, Elektra, Trakhis Kadınları, Philoktetes, Oidipus Kolonos’ta günümüze ulaşabilmiştir. Sophokles’in tüm eserleri Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde yayımlanacaktır.
Ari Çokona (1957): İstanbul’un Fener semtinde doğdu. İTÜ’den Kimya Yüksek Mühendisi olarak mezun olduktan sonra bir süre boya sanayinde çalıştı. Halen özel bir lisede kimya öğretmenidir. Antik ve çağdaş Yunancadan Türkçeye edebiyat, tarih ve felsefe çevirileri yapmaktadır. Ayrıca İstanbul ve Anadolu Rumlarının tarih ve edebiyatına ilişkin çalışmalar yürütmekte, kitaplar yazmaktadır. Türkiye ve Yunanistan’ın çeşitli edebiyat dergilerinde makale, şiir ve öyküleri yayımlanmıştır.
Arayışlar
Lou Andreas-Salomé bu yapıtında bir erkeğe kayıtsız şartsız teslim olmakla, ondan bütünüyle bağımsızlaşma arasında gidip gelen bir kadının hikâyesini anlatır. Bu iki uç nokta arasında bocalama hali, yazarın kendi hayatında da başa çıkmak zorunda kaldığı bir meseledir. Artık Paris’te atölyesini kurmuş ve kendini sanatına adamış bir ressam olan kahramanı, yeniyetmelik döneminde çılgınca âşık olmuştur. Ancak daha sonra ilişkisinin son bulmasıyla girdiği yolda, sanatını yaşama mutluluğunun gençlik aşkına üstün gelmesiyle, kendini gerçekleştirme hedefine doğru şevkle ilerlemektedir.
Benzer biçimde, yazarın kendi yeniyetmelik dönemine ve hatta yetişkin yaşamına da bitmek tükenmek bilmeyen bir entelektüel merak yön vermiş; duygusal tatmini bile entelektüel kaynaklarda aramıştır. Bu novellanın kahramanı da sonunda tıpkı yaratıcısı gibi kendi benliğini keşfedecek ve “katlanmayı” seçen kadınların kuşaklar boyu oluşturduğu zincire eklemlenmek yerine, potansiyelini hayata geçirerek özgürce, dolu dolu yaşamayı seçecektir.
LOU ANDREAS-SALOM (1861-1937): Yeni ve devrimci fikirlerin filizlenmeye başladığı bir dönemde Petersburg’da dünyaya gelen yazar ve psikanalist Salomé, küçük yaşta Almanca ve Fransızca öğrendi. On yedi yaşındayken bir din adamından teoloji ve felsefe dersleri aldı. Zürich Üniversitesi’nde teoloji ve sanat tarihi okudu. Salomé 1882’de Nietzsche’nin evlenme teklifini geri çevirerek, Oryantalist F. C. Andreas’la evlendi. 1897’de Rainer Maria Rilke’yle tanıştı ve kendisine âşık olan şairin hayatında önemli bir rol oynadı. 1911’de Viyana’daki psikanalistlerin çevresine girdi. Sigmund Freud’un öğrencisi ve yakın dostu oldu. Im Kampf um Gott (1885; Tanrı Uğrunda Savaş), Ruth (1895), Im Zwischenland (1902; Ara Memlekette) ve Rodinka (1923) romanlarından bazılarıdır. Ayrıca dini ve felsefi konulardan tiyatro ve edebiyat eleştirisine uzanan geniş bir yelpazede denemeler ve monografiler kaleme aldı. Kurmaca dışı yapıtları arasında Friedrich Nietzsche in seinen Werken (1894; Yapıtlarında Friedrich Nietzsche) ve Rainer Maria Rilke (1928) dikkat çeker.
Artamonovlar
Keskin gözlemciliği, capcanlı karakterler yaratma yeteneği ve Rus toplumunun alt sınıflarına ilişkin bizzat deneyime dayanan eşsiz bilgisiyle döneminin en önemli edebi kişiliklerinden biri olan Gorki, devrimden sonra da 1917 öncesi döneme ilgisini kaybetmeyen Sovyet yazarlarındandır. Gorki 1925 yılında yayımlanan, en etkileyici ve en dramatik romanı olarak nitelenen Artamonovlar’da, devrim öncesi Rus kapitalizminin yükseliş ve çöküşünü işler. Toprak köleliğinin kalkmasından sonra özgürlüğüne kavuşan İlya Artamonov kendi işini kurar ve oğullarına çok çalışma ve alçakgönüllülük gibi değerleri aktarmaya çalışır. Gorki bu aile destanında Artamonovların küçük bir fabrikayla başlayıp işini büyüten eğitimsiz ama güçlü ve girişimci büyükbabadan, entelektüel ve devrimci toruna uzanan üç kuşaklık öyküsünü anlatır.
MAKSİM GORKİ (1868-1936): Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan yazar, Nijni Novgorod’da doğdu. Edebiyatta sosyalist gerçekçi yaklaşımın öncüsü kabul edilir. Küçüklüğü Astrahan’da geçti. Beş yaşındayken babası ölüp, annesi yeniden evlenince Nijni Novgorod’a dönerek, orada anneanne ve dedesi tarafından büyütüldü. İlk romanı Foma Gordeyev 1899’da, Rus devrimci hareketine adadığı Ana adlı romanı ise 1906’da yayımlandı. 1906’da Rusya’dan ayrılarak, yedi yıl boyunca siyasi sürgün yaşamı sürdü. 1921-28 yılları arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, ama daha çok İtalya’da yaşayan Gorki, 1928’den itibaren aralıklarla SSCB’yi ziyaret etti ve 1932’de kesin dönüş yaparak ölümüne dek orada yaşadı. Yazarın önemli yapıtları arasında, 1913-23 yılları arasında yayımladığı Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim’den oluşan üçlemesiyle, Küçük Burjuvalar (1902), Tolstoy’dan Anılar (1919) ve Artamonovlar (1925) sayılabilir.
Tüm çalışmalarımda bana destek olan aileme, kızlarım Hilal Tuğba, Rana İlayda ve Ecrin Neva’ya beni negatif konuşmalarıyla, (isim vermiyorum onlar bilir kendini) kamçılayan tüm dostlarıma teşekkürler…
Suna Binici
Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler
Afet İnan, Atatürk’ün hayatının son 13 yılında her zaman yakınında bulunmuş ve yakın tarihimizin dönüm noktalarının hem aktörü hem de tanığı olmuştu:
Önyargılar ve yetersiz bilgiler nedeniyle hakkınca bilinmeyen tarihimizin, Türk Tarih Kurumu sayesinde gerçek yerini almasını sağlamak…
Türk kadınının modern toplumdaki yerini alması yolunda bizzat örnek oluşturmak ve seçme-seçilme hakkının tanınmasına öncüsü olmak…
Ve Atatürk’ün pek çok konudaki görüşlerine ilk elden tanıklık…
Afet İnan, Atatürk döneminde yaşadıklarını ve ondan dinlediklerini okuyucuyla paylaşıyor.
Dili genç kuşaklar için anlaşılır hale getirilen bu baskı, bazıları okuyucuyla ilk kez buluşan fotoğraflarla daha da zenginleştirildi.
Prof. Dr. Afet İnan (1908-1985) Selanik-Doyran’da doğdu. Balkan Savaşı sırasında ailesiyle buradan göç etti. Memur olan babasının tayinleri dolayısıyla ilkokulu Adapazarı, Ankara, Mihalıççık ve Biga’da okudu. Tarihe ilgisi 1921’de taşındıkları eski Selçuklu kenti Alanya’da başladı. Özel dersler aldı. 1923’te fark sınavlarını vererek Bursa Kız Öğretmen Okulu’na üçüncü sınıftan kaydoldu, 1925’te mezun oldu. İzmir’de işe başlamasının üçüncü haftasında kenti ziyaret eden Mustafa Kemal’in öğretmenler için verdiği çay ziyaretinde Atatürk’le tanıştı. Atatürk’ün emriyle Lozan’a gönderildi. İki yıl öğrenimden sonra İstanbul’da Notre Dame de Sion Kız Lisesi’ne kaydoldu. Orada okuduğu tarih kitaplarında Türk tarihiyle ilgili önyargılı ve yanlış ifadeler üzerine Atatürk’le tarih çalışmalarına başladı.
Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde 1929’da başlayan öğretmenliği sırasında, TTK’ya dönüşecek olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nde, ardından da TDK’da, kurucu üye olarak görev aldı. 1935-38’de Cenevre Üniversitesi Sosyal ve Ekonomik Bilimler Fakültesinin Yakınçağ ve Modern Tarih Bölümünü bitirdikten sonra, 1939’da da aynı fakültede doktora yaptı. Yurda dönüşünde DTCF’de doçent vekili, 1942’de doçent, 1950’de profesör oldu. TTK, TDK ve UNESCO üyesiydi. 7 Haziran 1985’te ardında iki çocuk, üç torun ile 30’u aşkın kitap, pek çok makale, konferans metni ve teblip bırakarak vefat etti.
Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye – Fethi Okyar’ın AnılarıCumhuriyet döneminin çok partili yönetim yolundaki ikinci denemesine ilk elden bir bakış…Atatürk’ün yakın ve kadim dostu Okyar’ın kısa süren Serbest Fırka tecrübesine ilişkin anıları, yakın tarihimizin net bir panoramasını da çiziyor. Bu kitap, parça parça sahip olduğumuz pek çok bilgiyi anlamlı ve derinlikli bir tabloya dönüştürmemizi sağlıyor. İttihat ve Terakki fedailerinin düzenlediği Bab-ı Ali baskını, Enver ile Ali Fethi ve Mustafa Kemal arasındaki görüş ayrılıklarını nasıl ortaya çıkardı? Mustafa Kemal ile Ali Fethi’ni Sofya’ya diplomatik görevle atanmalarının arkasında neler yatıyordu?Malta sürgünü Ali Fethi Bey için nasıl bir kazanca dönüştü? Mustafa Kemal Büyük Taarruz öncesinden Ali Fethi’yi neden Londra’ya elçi olarak yolladı? Cumhuriyet’in ilanının konuşulduğu 28 Ekim gecesi Çankaya’ya kimler davetliydi? Davetli olmayanların tepkisi ne oldu? Parti hangi olaylar üzerine kapandı? Bunlar, kitapta cevaplanan sorulardan sadece bir kısmı…İçindekilerGİRİŞI. ÖMÜR BOYU SÜREN DOSTLUKMeşrutiyet YıllarıMütareke ve Milli MücadeleCumhuriyetII. SERBEST CUMHURİYET FIRKASIIII. ALİ FETHİ OKYAR’IN “SERBEST FIRKA” ANILARIIV. SONUÇ VE DEĞERLENDİRMEGazi’nin Siyasal İnançlarıÇabuk Gelen SonSerbest Fırka ve DemokratikleşmeEKLERAli Fethi Bey’in (Okyar) Askerlik KünyesiFotoğraflarNotlarSeçilmiş BibliyografyaDizinBu kitapta, başta ümitsiz görünen çetin bir mücadele sonucunda, ülkemizin bağımsızlığını sağlamış olan ve Cumhuriyet’in 1923’te ilanında, Cumhurbaşkanı seçilmiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1930 yılında, yakın arkadaşı Fethi Okyar’ı görevlendirerek kurulmasına yol açtığı muhalefet partisinin dramatik öyküsünü bulacaksınız…
Atebetü’l-Hakayık
Edib Ahmed Yüknekî (yaklaşık 11. yy sonu-12. yy ilk yarısı): Eserinde adının Edib Ahmed, doğduğu yerin Yüknek, baba adının Mahmud-ı Yüknekî olduğu belirtilen şair hakkında çok az bilgiye erişilebilmiştir. Arapça ve Farsça bildiği tahmin edilmekte, esere sonradan eklendiği düşünülen bölümde gözlerinin görmediği söylenmektedir. Doğum ve ölüm tarihi gibi Yüknek ilinin yeri de kesin olarak tespit edilebilmiş değildir. Yazılı Türk edebiyatının ilk döneminden günümüze ulaşabilmiş az sayıda eserden biri olan Atebetü’l-Hakayık, Hakaniye lehçesi de denilen Karahanlı dönemi Türkçesinin nadir örneklerindendir. Türk edebiyatı tarihinde ayrı bir öneme sahiptir. Uygur Türkçesi ve aruz ölçüsüyle yazılmış olan Atebetü’l-Hakayık, kolayca anlaşılacak ve akılda tutulabilecek şekilde düzenlenmiştir. Yazarı tarafından Büyük Emir Dad Sipehsâlâr Bey’e armağan edilmiştir.
Ayşegül Çakan (1960): Çeşitli gazete ve yayınevlerinde 1978’den bu yana editörlük yapan ve Eski Türk Edebiyatı alanında çalışmalarını sürdüren çevirmen, Atebetü’l-Hakayık’ı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki Arapça harflerle yazılmış Uygurca nüshayı esas alarak günümüz Türkçesine aktarmıştır.
Ayşegül Çakan’ın daha önce yaptığı Kutadgu Bilig çevirisi de Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde yayımlanmıştır.
Atebetü’l-Hakayık ve Edib Ahmed Yüknekî
Atebetü’l-Hakayık, yazılı Türk edebiyatının ilk döneminden günümüze dek ulaşabilmiş az sayıdaki eserden biridir.
Bu yönüyle Divan-ı Ligat’it-Türk ve Kutadgu Bilig gibi edebiyatımızın en önemli eserleri arasında yer alır. Eser, Hakaniye lehçesi de denilen Karahanlı dönemi Türkçesinin elimizde bulunan nadir örneklerinden biri olması ve Orta Asya Türk kültüründen izler taşıması dolayısıyla da edebiyatımız içinde ayrı bir yere sahiptir.