Çocukluğum
Gorki’nin Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim’den oluşan üçlemesi, Rus dilinde yazılmış en güzel otobiyografilerden biridir. Çocukluğum’da babasını küçük yaşta yitirdikten sonra taşındığı dedesinin evinde geçirdiği yılları anlatır. Miras kavgaları, doğumlar, ölümler, küçük Aleksey’in tanık olduğu ve bizzat maruz kaldığı akıl almaz şiddet, bu evde gündelik hayatın akışı içinde sıradan olaylardır.
“Herkesin herkese düşman” olduğu bu aile, 19. yüzyıl Rusya’sında hüküm süren acımasız ve hoyrat hayatın bir “küçük evreni”dir aslında. Neyse ki idealizmi ve tertemiz kalbiyle adeta bir halk filozofu olan ninesi hep Aleksey’in yanındadır. Bir de her biri hayatında iz bırakan çok sayıda capcanlı karakter vardır… Onlar sayesinde hayat zor olduğu kadar gizemli ve renklidir de. Hem Gorki’nin “kendi ülkelerinde bir yabancı gibi yaşayan, gerçekteyse o toplumun en iyileri olan” insanlardan ilkiyle tanışması da yine çocukluğuna rastlar…
MAKSİM GORKİ (1868-1936): Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov olan yazar, Nijni Novgorod’da doğdu. Edebiyatta sosyalist gerçekçi yaklaşımın öncüsü kabul edilir. Küçüklüğü Astrahan’da geçti. Beş yaşındayken babası ölüp, annesi yeniden evlenince Nijni Novgorod’a dönerek, orada anneanne ve dedesi tarafından büyütüldü. İlk öykülerini Tiflis’teki yerel gazetelerde yayımladı. Daha sonra bir dizi oyun ve roman yazdı. İlk romanı Foma Gordeyev 1899’da, Rus devrimci hareketine adadığı Ana adlı romanı ise 1906’da yayımlandı. 1906’da Rusya’dan ayrılarak, yedi yıl boyunca siyasi sürgün yaşamı sürdü. 1921-28 yılları arasında İtalya’da yaşayan Gorki, 1929’da kesin olarak SSCB’ye döndü ve ölümüne dek orada yaşadı. Yazarın diğer önemli yapıtları arasında Küçük Burjuvalar (1901), Ayaktakımı Arasında (1902), Tolstoy’dan Anılar (1919) ve Artamonovlar (1925) bulunmaktadır.
Çocukluk
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910): Anna Karenina, Savaş ve Barış, Diriliş’in büyük yazarı, yaşamının son otuz yılında kendini insan, aile, din, devlet, toplum, özgürlük, boyun eğme, başkaldırma, sanat ve estetik konularında kuramsal çalışmalara da verdi. Bu dönemde yazdığı roman ve öykülerinde yıllarca üzerinde düşündüğü insanlık sorunlarını edebi bir kurguyla ele aldı. Tolstoy’un yarı otobiyografik denebilecek üçlemesinin ilk kitabı olan Çocukluk, ilk kez 1852 yılında Sovremennik dergisinde yayımlandı. Sade kurgusu, samimi, çarpıcı anlatımıyla okurlar arasında olduğu kadar dönemin edebiyatçıları arasında da büyük ilgi gördü. Çocukluk, dünyanın en büyük yazarlarından birinin doğuşunu müjdeleyen ilk eserdir, üçlemenin diğer kitapları İlkgençlik ve Gençlik de Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde yayımlanacak.
Ayşe Hacıhasanoğlu (1952): DTCF Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Bir süre SSCB Büyükelçiliği Basın Bürosu’nda çevirmen olarak çalıştı. Edebiyat ve sosyal bilimler alanında çeviriler yaptı. Dostoyevski, Tolstoy, Gorki, Bagirov eserlerini Türkçeye kazandırdığı yazarlar arasında yer almaktadır.
Dava
Dava yazılışından bir süre sonra dünya sahnesine çıkan, yurttaşlık haklarının askıya alındığı, bir sivil itaatsizlik imasının dahi zulümle karşılandığı totaliter rejimlere dair bir öngörü ve eleştiri olarak yorumlanır çoğunlukla. Nazi Almanya’sına dair bir “önsezi” barındırdığı söylenebilir belki. Erişilmez bir otorite tarafından yöneltilen ve ne olduğu hiçbir zaman açıklanmayan bir suçlamayla karşı karşıya kalan Josef K.’nın davasında, mahkemeye dinsel ya da metafizik bir otorite de atfedilebilir.
Kafka Dava’da suçu yalnızca bir eylem olarak tanımlamayıp zanlının “kötü niyeti”yle de ilişkilendiren ve suçtan çok suçluya odaklanan absürd bir hukuk sistemi paradigması inşa eder. Kuramsal olarak ortada yasadışı bir eylem olmaksızın suçu mümkün kılan bir sistemdir bu. Ancak Kafka suç, sorumluluk ve özgürlük üzerine yazarken bir sistem ya da doktrin ortaya koymaz, çözüm önermez. Okuru ister istemez içine çeken bu karanlık dünya tasavvurunun tartışmaya açık olmayan tek bir özelliği varsa, o da müphemliğidir.
Franz Kafka (1883-1924): Çek asıllı Avusturyalı yazar, Prag’da dünyaya geldi. Çağımızın en büyük yazarlarından biridir. Yapıtlarını edebiyat tarihinin belirli bir akımına dahil etmek zordur. Taşralı Çek bir babayla, burjuva bir Alman Yahudisi annenin çocuğuydu. Prag Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. İki kez nişanlanıp bir türlü evlenemediği Felice Bauer’le ilişkisiden geriye kalan beş yüzü aşkın mektup, ölümünden çok sonra, 1967’de Briefe an Felice (Felice’ye Mektuplar) adıyla yayımlandı. Yapıtlarını Çekçeye çevirmek isteyen Milena Jesenka’ya yazdığı mektuplar ise yine ölümünden sonra Briefe an Milena (Milena’ya Mektuplar) başlığıyla okurla buluştu. Die Verwandlung (Dönüşüm), Der Prozess (Dava) ve Amerika önemli yapıtları arasındadır. Öykü ve romanlarında çağımız insanının korkularını, yalnızlığını, kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini ele aldı. 1924’te vereme yenik düşerek yaşama veda etti.
David Copperfield – Kısaltılmış Metin
David Copperfield doğar doğmaz çok zor koşullarla karşılaşan ve korkunç bir çocukluğun ardından kendine bir yaşam kurmayı başaran genç bir adamın maceralarını anlatır. Pek çok edebiyatçı, yazarın David Copperfield‘da kendi yaşam öyküsünden esinlendiğini düşünmektedir. Dickens da her zaman David Copperfield’ın ‘en sevdiği çocuğu’ olduğunu söylemiş ve olayların kurgusunda kendi tecrübelerinden esinlendiğini kabul etmiştir. Yazılır yazılmaz başyapıtlar arasında yerini alan David Copperfield’da olay örgüsü ve karakterler o kadar etkileyici ve gerçekçidir ki, sonrasında yazılmış birçok ünlü eserde bu romanın izleri görülmektedir. Edebiyatın büyük ustasından harika bir macera!..
Charles Dickens
(1812-1870)
Memur bir babanın oğlu olarak 1812 yılında doğan Dickens’ın çocukluk yılları refah içinde geçse de, babasının borçları yüzünden hapse girmesiyle sefaletle tanıştı. Henüz 11 yaşında iken bir boya fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. 15 yaşında bir avukatın yanına giren genç Dickens, öğrenmeye meraklı olduğu için boş zamanlarında stenografi öğrendi. 1835 yılında Morning Chronicle gazetesine stenograf olarak girdi ve 1835’te “Boz” takma adıyla Boz’un Karalamaları başlığında notlar yayımlamaya başladı.
1837’de yazar olarak tanınmasını sağlayacak Bay Pickwick’in Serüvenleri adlı kitabını yayımladı. 1840’ta Amerika’ya gitti ve burada büyük bir coşkuyla karşılandı. İngiltere kadar Amerika’da da çok sevilen Dickens, bu dönemden itibaren birbiri ardına başyapıtlar yazdı.
1843 ile 1846 arasında bol bol seyahat eden Dickens, bu seyahatlerde dönemin ünlü yazarlarıyla tanışma fırsatı buldu. Bu dönemde yine Daily News ve Household words gazetesini ve dergisini çıkardı.
1870 yılında şöhretinin zirvesindeyken öldü.
Evde gizemli olaylar meydana geliyor ve kurabiyeler kayboluyordu. Gizemi çözebilecek tek kişi olan Dedektif Can hemen kolları sıvadı.
Başka şeyler de kaybolmaya başlamadan önce delilleri incelemek
ve kayıp kurabiyelere ne olduğunu bulmak için harekete geçti.
Minik okurlar Can’la birlikte delillerin peşinde koşarken hem çok eğlenecek, hem de neden sonuç ilişkisi kurabilmeyi öğrenecekler.
Stevenson’ın ilk kez 1881 yılında bir dergide tefrika olarak yayımladığı Define Adası, bugüne dek gerek atmosferi ve karakterleriyle, gerek anlattığı heyecanlı define avıyla her yaştan okuru cezbetmiştir. Yetişkin dostlarıyla birlikte çıktığı deniz seferinden sağ salim dönülmesinde önemli rol oynayan, romanın yeniyetme anlatıcısı Jim Hawkins açısından, bir rüştünü ispat etme hikâyesidir. Zira Jim bu seferde ihanetler, sürpriz saldırılar ve kanlı çarpışmalarla karşı karşıya kalmıştır. Romanın en fazla ete kemiğe büründürülmüş, en güçlü karakteri John Silver’ın eylemlerinde ise yazarın “ahlak” kavramının her zaman açık ve net olmamasına ilişkin alaycı yaklaşımı sezilir. Popüler korsan imgesinin biçimlenmesinde de Define Adası’nın rolü büyüktür. Bugün korsan denildiğinde gözümüzün önünde hemen definenin yerinin işaretli olduğu haritaların, tropikal adaların, omzunda papağanıyla tek bacaklı denizcilerin canlanmasını, romanın çok sayıda film ve dizi versiyonunun bu imgeleri çoğaltarak kolektif belleğimize yerleştirmesine borçluyuz.
ROBERT LOUIS STEVENSON (1850-1894): Edinburg’da dünyaya gelen yazar, hukuk öğrenimi gördü. Üniversite yıllarında yaz tatillerini Fransa’da geçiren Stevenson’ın An Inland Voyage (1878; İç Kesimlere Yolculuk) ve Travels with a Donkey in the Cévennes (1879; Eşek Sırtında Cévennes Yolculuğu) adlı kitapları bu gezilerinin ürünüydü. Yazar 1879’da, âşık olduğu Amerikalı Fanny Vandegrift Osbourne’un ardından ABD’ye gitti. Bu yolculuğu daha sonra The Amateur Emigrant (1895; Amatör Göçmen) ve Across the Plains (1892; Düzlükleri Geçerken) adlı yapıtlarında anlattı. 1880’de Fanny ile evlendi. ABD’de terk edilmiş bir gümüş madeni yakınlarında geçirdikleri balayı yazarın The Silverado Squatters (1883; Gümüş Avcıları) adlı yapıtının konusunu oluşturdu. Yazarın en bilinen yapıtları arasında Treasure Island (1881; Define Adası) ve Kidnapped (1886; Kaçırılan Çocuk) sayılabilir.
Nefes kesici bir deniz macerası, muhteşem bir hazine, kötü korsanlar ve cesur bir çocuk… Tüm zamanların en heyecanlı define avında Jim Hawkins’e katıl. Robert Louis Stevenson’un klasik macera romanı Define Adası’nın ilgi çekici renkli resimlerle hazırlanmış uyarlamasını soluk soluğa okuyacaksın.
Ahlak, dürüstlük gibi değerlere vurgu yapan bu kitap deniz seferleri ve hazine arayışları konulu heyecan dolu bir hikâye anlatıyor.Renkli Çocuk Klasikleri serisinde, en sevilen klasik eserlerin genç okurlar için uyarlamaları yer almaktadır. Edebiyat tarihinin en popüler yazarlarının eserleri, harika resimler ve ilgi çekici bir anlatımla sunulmaktadır.
Deliliğe Övgü
Desiderius Erasmus (1469-1536): Yeni Ahit’in ilk editörü, ilahiyat edebiyatının önde gelenlerinden ve Kuzey Avrupa Rönesansı’nın en önemli hümanistlerinden olan Erasmus, filolojik yöntemleri kullanarak tarihsel-eleştirel geçmiş araştırmalarının temelini attı. Eğitim alanındaki yazıları klasiklere eski dini müfredat yerine hümanist bir bakış açısıyla yönelinmesine katkıda bulundu. Kilisenin gücünün kötüye kullanılmasını eleştirirken yükselen reform taleplerini teşvik etti. Bu tutumu hem Protestan Reformu’nda hem de Katolik Karşı Reformu’nda ses buldu. Luther’in doktrinini ve papalığın sahip olduğunu iddia ettiği güçleri reddeden bağımsız duruşu nedeniyle her iki tarafın hedefi haline geldi. İngiltere’ye giderken tasarladığı ve Thomas More’un evinde yazdığı Deliliğe Övgü ile dönemin entelektüellerini eleştirdi, öğretmenler, papazlar, ilahiyatçılar, filozoflar, tüccarlar, avukatlar, hükümdarlar, azizler ve kendini zeki sayan herkesi alaycı bir dille yerdi.
Yücel Sivri (1961): Ortaöğrenimini 70’li yıllarda İstanbul’da, Haydarpaşa Lisesi’nde tamamladı. Berlin Teknik Üniversitesi’nde Matematik, Alman Filolojisi, Eski Diller ve Tarih bölümlerinde eğitim gördü. Doktorasını Ortaçağ Alman Edebiyatı alanında yaptı. Yücel Sivri 1980 yılından bu yana Berlin’de yaşıyor, akademik ve edebi çalışmalarını sürdürüyor. Felsefe, edebiyat, dil bilimi, onomastikon ve tarih alanlarında Almanca ve Türkçe kaleme alınmış yapıtları ve çevirileri var. Çeşitli yayın ve eğitim kuruluşları için kültürlerarası ve bilimsel danışmanlık hizmetleri veriyor.
Demir Ökçe
Jack London’ın Demir Ökçe’si distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir. Günümüzden yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı eserinde London, çok eski ama hiç eskimeyen bir hikâyeyi konu edinir. Ezen ve ezilen mücadelesi tüm çıplaklığıyla gözler önündedir. Amerika Birleşik Devletleri’ni pençesine almış olan Oligarşi, namıdiğer Demir Ökçe tüm şiddeti ve gaddarlığıyla emekçilerin üzerine yürümektedir. Tröstler, ekonomik ve siyasi ilişkiler, faşist devlet yapılanması sanki daha o zamandan yirminci yüzyılda insanlığın yaşayacağı acı olayların habercisi gibidir…
Jack London ya da doğduğunda kendisine verilen isimle John Griffith, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. İlk teknesi Razzle Dazzle’la San Francisco Körfezi’nde maceralı bir hayata atıldı. Kaçak istiridye avladı, Japonya’da fok avlayan bir gemide tayfalık yaptı, ABD’yi bir başına dolaştı. Yaşam tarzını değiştirmeye karar verip Oakland’a döndü, liseye başladı; sınavlarını dışarıdan vererek üniversiteye girdi. 1897’de altın aramak isteyen binlerce kişi gibi Jack London da Kanada’ya gitti ve bu yolculuk yazarlığının keşfi oldu. Bir yıl kaldığı Klondike hakkında, 1903’te yayınlanan Vahşetin Çağrısı ile 1906’da çıkan Beyaz Diş dahil çok sayıda öyküyü kaleme aldı. 22 Kasım 1916’da geride bıraktığı 15 eseriyle, hayata gözlerini yumdu.
Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı ile başladığımız Jack London’ın bütün eserleri dizisini Demir Ökçe ile sürdürüyoruz.
Michel de Montaigne (1533-1592): “Kendini tanı” ve “Ne biliyorum?” gibi temel sorularla yola çıkarak bir insanda insanlığın bütün hallerini yoklayan “deneme” türünün isim babasıdır. 1571’de kitaplarıyla birlikte çiftliğine çekilmesiyle başlayan bu yaratıcı süreç, Montaigne’i önce okuduklarıyla ilgili notlar almaya itmiş, aynı notlar zamanla Denemeler’i (1580) oluşturmuştur. Sabahattin Eyüboğlu çevirileri de, 1940’daki ilk baskısından 1970’deki halini alana dek her defasında yeni parçalar eklenerek bir anlamda yapıtla benzeri bir yol izlemiştir.
Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973), Hasan Âli Yücel‘in kurduğu Tercüme Bürosu’nun başkan yardımcısı ve Cumhuriyet döneminin en önemli kültür insanlarından biriydi. Tek başına ya da “imece” birlikteliğiyle yaptığı çeviriler, Hayyam’dan Montaigne’e, Platon’dan Shakespeare’e hep, dünya kültürünün doruk adlarındandı.